29 Kasım 2020 Pazar

Kont Kocam Edgar Sınıf Bilinci

"Vikontesin eltisine ne demeli peki? Sınıf bilinci için diktirdiği o korse de neydi öyle! Aman Tanrım, uzun zamandır gördüğüm en sıkı korse! Ah, teşekkür ederim, süt istemem."

Kontluk arazimizin ötesinde kalan topraklardaki yazlık evlerine gelen Kontes Helenur ile malikanemizin bahçesinde çay içiyorduk Çay servisi yapılırken konuşmasını kesmeyen Kontes Helenur, Sussex dükünün kuzeniyle gittiği sülün avı partisinden henüz dönmüş, yetmiş altı gün süren partinin ardından gördüklerini ve yaşadıklarını anlatmak için hızla çaya gelmişti.

"Kontes kısır isterler mi?" diye sordu orta hizmetçim Mathilde. Kontesin gastriti olduğunu kaç kere hatırlattığımı bilemiyordum, Kontes elini sallayarak "ah hayır, teşekkür ederim" diyerek gözlerini devirdiğinde baygınlık geçirdim. Bu kadar aşağılanmaya dayanamayan kontes kalbim, kontes beynimi olası bir disasiasyondan korumak için bilincimi kapatmaya karar vermişti.

Gözlerimi açtığımda Kontes'in dördüncü çayına altı katlı elbisesinin göğsündeki cebinden küçük bir metal şişeden döktüğü içeceğin keskin kokusu burnumu deliyordu. 

"Ah, uyandınız mı şekerim! Mide ilacımı alıyordum da!" diyerek çayından bir yudum aldı.

Baygınlık geçirdiğim sırada masaya yeniden böbrekli ve reçelli ekmekler gelmişti. Soğumuş çayımı yeniden dolduran Mathilde'yi elimle başımızdan savdım.

"Ah, ne diyordum şekerim! Sınıf bilinci için giydiği o uzun çizmelere ne demeli! Sussex'te kaybettiği sınıf bilincinin aynısından bulmak için at üzerinde dört gün kuzeye gittiğini biliyor muydunuz peki? Ah, şekerim, ben de inanamadım!"

Kontes Elenur çayından büyük bir yudum alarak tüm kuralları alt üst etmeye başlayacaktı ki Kont Kocam Edgar'ın eve döndüğünü haber vermekle görevli olan ortalardaki başka bir hizmetçi gelip gümüş bir tepsi içindeki zarfı bana uzattı. Zarfı açmadan ne ile karşılaşacağımı biliyordum: Kont Kocam Edgar eve gelmişti!

"Kont eve geldiler, Madam" diyerek mektubu gümüş tepsiye koyduğum an ortadan kaybolan ortalıktaki hizmetçinin gidişi ardından Kontes Elenur da fincanını bir kenara bıraktı; tam sehpaya geri koyacakken içindeki keskin sıvıyla birlikte yere düştü.

"Ah, şekerim!"

"Önemli değil Kontes Elenur" diyerek sağ ortada oynayan yere düşen sıvıları silmekle görevli hizmetlimizi çağırdım.

"Ah, kontes, söyler misiniz atımı hazırlasınlar!"

Kontes Elenur atına binip gittikten sonra kuzey kanadındaki ikinci oturma odasının şöminesini yaktırıp güney kanadındaki birinci oturma odasına geçtim. Şöminenin önünde duran örgümü alıp incelemeye başladım. Kont Kocam Edgar ile aramızdaki iletişimden sorumlu hizmetlinin sessizce odaya girip öksürmesiyle birlikte uzun süredir bakmakta olduğum örgümü bir kenara bıraktım. 

"Kontese Kont'tan bir mektup varlar" diyerek gözüme doğru bir zarfın durduğu gümüş tepsiyi uzattı. 

Kont Kocam Edgar, batı kanadındaki çalışma odasından yazdığı bu satırlarda benimle doğu kanadındaki kişisel kütüphanesinde acilen görüşmek istediğini yazıyordu. Yemekten önce görüşmemiz gerekecek kadar acil bir şeyin olduğu fikriyle, kendimi şöminenin önüne atıp bayıldım. 

Örgü şişiyle beni dürtükleyen hizmetlimin yardımıyla kendime geldiğimde üzerime bir şal alarak odadan çıktım. Doğu kanadındaki kütüphaneye doğru ağır adımlar ile ilerliyordum. Aklımdaysa tek bir şey vardı: 3.5 numara şişle mi örseydim lastiği yoksa 3 mü?

Batı kanadındaki kütüphanenin önüne geldiğimde malikanenin çatısındaki odadan yıllardır yükselen sesin yeniden yükseldiğini fark ederek irkildim; on dört yıldır yaşadığım bu evin çatısından sürekli yükselen bu sesin kaynağını bilmediğimden kapının önünde kendimden geçtim.

"Ah, kapıya kafanızı vurduğunuzda kapının kilidi yerinden çıkarmışsınız" dedi Kont Kocam Edgar gözlerimi açtığımda. Doğu kanadındaki kütüphanedeydim; beni içeri Kont Kocam Edgar taşımış olacaktı. İrkildim. 

"Ah, bir şeyim yok" diyerek doğrulmaya çalıştığımda kapının kilidinin yerinden çıktığını, bu yüzden Kont Kocam Edgar'ın kapının ardına bir oyun sandalyesi yerleştirdiğini gördüm.

Kont Kocam Edgar, şöminenin önünde bir o yana bir bu yana yürüyor, adımlarındaki sertlik, yüzündeki kasvetle buluşuyordu. Elindeki bardaktan içtiği içkinin her yudumunda yüzünü buruşturduğunu görüyordum. Aslında biraz kola katsa diye düşünürken dayanamayıp sordum:

"Benimle neden görüşmek istediniz Edgar hayatım?"

Karşımdaki koltuğa geçip oturmak için izin ister gibi baktı, sorun olmadığını, oturabileceğini söyledim. On dört yıl sonunda insan kont kocasıyla artık bu kadar teklifsiz olabiliyordu. Bir serf gibi.

"Kontes... Arazimizde sınıf bilinçleri görülmüş" dedi. Nefesimi tuttum; nasıl olabilirdi.

"Ah, hanımefendi, sormayın" dedi. "Serflerin çoğu, bu yıl hiçbir gelir elde edemeyecekleri için kira veremeyeceklerini söyledi. Ürünlerin parasının ne olduğunu sordum. Ah, kontesim, inanamazsınız. Gençler sınıf bilincine takılmaya başlamış. Çocuk yaştakiler dahi; ürünlerden aldıkları tüm parayı Londra'da bayanlarla (burada yüzünü öte yana çevirdi kont kocam edgar, kısık sesine rağmen içindeki utancın farkındaydım) sınıf bilincine harcıyorlarmış. Adamlar, kadınlar ağlıyor hanımefendi. Bu yılki kirayı ödeyemeceklerini, topraktan alacakları tüm geliri seneye vermek karşılığında bizden bir iyilik bekliyorlar..."

"Ah, Edgar hayatım"

"Glastonbury'de sınıf bilinci standlarının önünde uzun kuyruklar oluşmuş, el altından da değil, açık açık... Topraklarımızda çalışanların çocukları, hatta inanır mısınız, düşesin eltisinin kızı bile, sınıf bilincine yatırmış tüm gelirlerini... Hanımefendi, bunu duymaya dayanabilir misiniz bilmiyorum ama düşesin eltisinin kızının, büyük büyük büyük büyük babasının portresini sınıf bilinci için malikaneden zorla çıkarıp rehinciye verdiğini bile söyleyenler var!"

"Ah, Edgar, hayatım!"

Kont Kocam Edgar götün götün oturduğuma kadar ne ara gelmişti fark etmemiştim. Elini belime doğru uzattığında kendimi geri çekerek;

"Ah, Edgar, hayatım" dedim hıçkırarak.

Gözlerinde beliren parlaklık, içtiği içkinin kokusuyla karıştığında sınıf bilincine benzer bir tablo oluşuyordu. Ah, sınıf bilinci. Ah, kont kocam edgar. 

Aklıma vikontesin anlattığı sınıf bilinci geldi; topraklarımıza kadar gelmiş bu bela için ne yapacaktık?

İçimden geçenleri duymuşçasına gözlerini boynuma dikerek konuşmaya başladı kont kocam edgar;

"Napayım ya yarın bi ziraate uğrarım awk var mı ilaç milaç" dedi geğirmesini bastırarak.

Duyduklarım karşısında bayıldım. 

6 Kasım 2020 Cuma

Kendine Ait Bir Kont Koca

 Güneşin asla batmadığı Britanyamızın güneşsiz bir sabahına daha uyanmıştım.


Oda hizmetçimin odaya gelmesi için çalmam gereken zili çalmak için görevli olan hizmetçim ortalarda görünmüyordu.

Bir kont karısı olarak zili kendim çalamayacağımın farkındaydım.

Ancak yataktan kalkmak istiyordum.

Benliğimin talepleri ve kont karısı kurallarına sıkı bağlılığım arasında gidip gelen arzularıma yenik düşen kont karısı frontal korteksim bu gerilime daha fazla dayanamadı ve füge girdim.

Kendime geldiğimde Kont Kocam Edgar'ın az pişmiş böbreğini küçük parçalara böldüğü ve tek bir parçasını bile yemediği kahvaltı masasının bir ucunda oturmaktaydım. Tabağımdaki hiçbir şeye dokunmadan masada geçirdiğim sürenin tamamı boyunca böbrek kokusunu içime çekerek virginia'nın instagram hesabında eril böbrek konusunu ne zaman açacağını düşündüm.

Kont Kocam Edgar kahvaltısının ardından piposunu içmek üzere kuzey kanadındaki salonun şöminesini yaktırıp batı kanadındaki kütüphanesinde pipo içmeye çekildikten sonra masadan kalktım.

Güneşin asla batmadığı güzel İngilteremize bozbulanık bir hava hakimdi ve bu havayı bir kont karısı olarak ölmüş güneş altında ipek şemsiyemi açıp depresif biçimde dolanmak için uygun buldum.

Malikanenin dışına çıktığımda bir kont karısı olarak malikane sınırları dışına çıkmış olmaktan, bir serf gibi doğal atmosfer ve toprağa değmekten hemen psikoza girmem gerekiyordu.

Girdim.

Çıktığımda, arazimizde, attan düşüp ölen eski aşığım vikontun hayaleti eşliğinde yürüyordum. Bir kont karısının günde kaç adım atması gerektiğine dair bilgiyi unuttuğum için kendimi vicdan azabıyla dolu hissettim. Gözlerim yaşlarla doldu ve ağlamaya başladım. En yakın zamanda kiliseye gidip günah çıkarmam gerekiyordu ancak Kont Kocam Edgar'la olan tüm evliliğimiz süresince hangi mezhepten olduğumuzu bir türlü öğrenemediğim için kilise konusunda da kafamda soru işaretleri vardı.

Genzime bir kont karısına yakışmayacak biçimde akan sümüğümün mahvettiği durum sonucu attan düşüp ölen eski aşığımın hayaleti de düştüğü atın hayaletiyle beraber dört nala benden uzaklaştı. Güzel İngilteremizin örfüne adetine sövmüşüm gibi hissediyordum; genze akan sümüğün köklü tarihimizde ya da damarlarımızda akan mavi kanla ilişkisi yoktu. Kendimi mavi kanımdan yoksun hissederek kederlendim.

Bu keder içinde bir süre ruhani debelenişler yaşayarak ağladım.

Tam olarak neden ağladığımı bilemezken, uzaktan Kont Kocam Edgar'ın gelmekte olduğunu gördüm. Elinde bir baston, bastonla sağa sola vuruyor gibi yaparak havayı dövüyordu.

Bana doğru yaklaştığını fark ettiğimde genzime akan sümüğümün bi an önce durmasını istedim. Kont karısı olarak genzime sümük akması gerçekliğini Kont Kocam Edgar'dan saklayamazdım.

Yanıma yaklaştığında baston tutmayan elinde bir şişe viski olduğunu gördüm.

Güneşin asla batmadığı İngilteremizde bahar aylarına girmiş olduğumuz zamandan beri sürekli alkol alan ve geceleri naralar atarak arazide kontluk sınırlarını zorlayan Kont Kocam Edgar yanıma yaklaşırken burnuma viskinin keskin kokusu da geldi. Bu koku ile tamamen açılan burnum, akıtabileceği kadar sümüğü genzime akıtarak iç dünyamda fırtınalar kopmasına yol açtı.

Bana doğru yaklaşırken gözlerini bende sabitlediği için, her kont karısı gibi kafamı çevirip uzaklara baktım. Bir yandan da yaklaştığı mesafeyi hesaplamaya çalıştım ama ben sözelci bir kont karısıydım. Hesaplayamadım. Yard, feet falan düşünürken zaman geçti. Metre, diye bir ses kafamda yankılandı ama santimetre mi milimetre mi ayırt edemedim.

Kafamı çevirmiş uzaklara bakarken bastonun baktığım hizaya doğru fırlatıldığını ve biraz uzağıma düştüğünü gördüm.

"Ah, Edgar, hayatım!" dedim kafamı çevirmeden.

Kont Kocam Edgar öksürerek karşılık verdi.

"Ah, Edgar, hayatım! Üşütmüşsünüz!" dedim.  O arada genzime akan sümüğün yarattığı gerilimin yerini Kont Kocam Edgar'ın kontluktan hayli uzak hallerinin yarattığı gerilim almıştı. Boş durmamak adına bu gerilimleri sahiplendim.

"Bazen düşünüyorum da...." dedi Kont Kocam Edgar yanıma doğru yaklaşırken.

"Ah, Edgar, hayatım! Ne düşünüyorsunuz?" diye sordum. İçimden daha fazla yaklaşmamasını umuyordum.

Fakat umduğumun aksine Kont Kocam Edgar daha yaklaşmış ve ben ani hareketlerden kaçınmak zorunda oluşunun farkında olan bir kont karısı olarak aniden elimi çekmediğim için sol elimi tutmuştu.

"Bazen düşünüyorum da...." diyip tekrar yutkundu. O sırada eldivenin içindeki elimi hızla çekip kuyruğunu bırakıp kaçan toprakla bağı kesilmemiş ancak 1789 yılındaki hareketlenmeden de haberi olmadığı halde kuyruğunu bırakarak yaşamaya devam edebilen sürüngen hayvan gibi kaçmam gerektiğini düşünüyordum.

"Ah, Edgar, hayatım!" dedim.

Kont Kocam Edgar durup baktı. Elimi sıkmaya devam ediyordu.

"Bazen düşünüyorum da, neden bir varisim olmasın?"

Kont Kocam Edgar'ın yıldırım gibi düşen sözleri karşısında irkildim;

"Ah, Edgar, hayatım!" dedim ve hızla elimi çekerek genzime akan sümük seline gözyaşlarımın yüzümü yıkmaya başlaması ile eşlik etmeye başladım.

Üzerinden yayılan viski kokusunun kont karısı burnumun direğini kırdığının farkında olmayan Kont Kocam Edgar ise gözyaşlarıma rağmen bana daha da yakınlaşmaktaydı. Kont karısı olduğum için hem ağlayıp hem kaçamazdım. Acı içinde, asla güneşin batmadığı İngilteremizin köklü geleneklerine bağlılığımdan taviz vermeden, içimdeki kaçma isteğine karşı çıkarak ağlamaya devam ettim.

Kont Kocam Edgar ürememiz yönünde bir laf etmişti!

Bir kont karısı olarak bu kadarına dayanamam ve bayılmam, ardından psikoza, ardından füge girmem gerekiyordu.

Ancak nedense bunların hiçbiri olmadı.

Ağlamaya devam ederken toprakla bağını kaybetmemiş düşük sınıftaki hayvan kökenli bireylerden biri olan sırtlan adlı mahlukata benzer bir ifade ile bana daha da yaklaşmıştı.

"Ah, Edgar, hayatım!" dedim gözyaşları içinde.

Bir yandan da aniden aklıma gelen Virgina ile durgunlaşmıştım; eril kökenli erkek birey Kont Kocam Edgar'ın unvanına rağmen üreme yönündeki banal talebine karşılık hala kaçmamıştım ve kafamda o malum soru dönmeye başlamıştı: What would Virginia do?

Kendine ait bir Kont Koca.

Kont Kocam Edgar'ın uzaklaşmaya niyetinin olmadığını anladığım andan itibaren kafamdaki işlevsiz sorular ve damalarımdaki mavi kana yönelttiğim ilgim, Kont Kocam Edgar'ın bu talebi karşısındaki tepksizliğime Virginia'nın beni "ERKEK YANCISI" diye suçlama ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu anımsatmıştı. Belki beni vikontes ve düşesin eltisiyle kurdukları vatsap grubundan atarlardı ya da bulok - anbulok atarlardı.

Henüz sosyal medyanın icat edilmediğini idrak ederek pek de derin olmayan, bir kont karısına yakışacak derinlikte bir nefes aldım.

Eril kökenli erkek birey kocam, Kont Kocam Edgar'ı iteklemediğim ikinci dakikanın sonunda Kont Kocam Edgar'ın burnundan kusmaya başladığını fark ettim.

Üzerime kusmamak için beni kibarca itti.

Arazimizin zeminine viski kokulu kusmakla meşgul olan Kont Kocam Edgar'dan kafamı çevirerek arazimizin ufka uzanışına baktım.

"Ah, Edgar, hayatım!" dedim.

Viktor

 Lancashire'da güneş, güneşi asla batmayan Britanyamız'a yakışacak biçimde doğmuştu o sabah da. Yani güneş ölü taklidi yapıyordu.


Her kont karısı gibi o sabah da tam olarak ne yaptığımı bilmeden saatlerdir yatakta tavana bakarak duruyor, arada bir attan düşüp ölen eski aşığımın mektuplarının olduğu çekmeceye uzanıyor, ancak çekmeceyi açmak için gereken bir karışlık mesafeyi almak için yatağımdan doğrulmayı bir kont karısı olarak kendime yediremediğimden her seferinde çuvallıyordum.

Oda hizmetçisi odaya girip perdeleri açtığında her kont karısının yapması gerekeni yapıp, aydınlık karşısında psikoza girdim. Sonra da füge girdim.

Kendime geldiğimde Kont Kocam Edgar, kont kedisi kedimiz Viktor ve ben, zaten buz gibi olan malikanemizin kuzeye bakan daha da buz gibi olan salonunda oturmuş, güney odasında yanan şöminenin sıcaklığına hasret biçimde, aristokrat bir havaya uyum sağlamış halde, soğuktan rengimiz atmış halde oturuyorduk. 

Kucağımda kanaviçe işliyormuşum havası yaratmak ve dekora uyum sağlamak için koyduğum eşyalarım ile aristokrat ve ev emeği değil komple herhangi bir şeyi sömürülmeyen dekoratif bir eşya olarak oturuyordum. 

Kont kedisi olmasından ötürü miyavlamak, acıkmak, kedi kumuna yapmak, mart aylarında cinsel segsli faaliyetler gibi aristokrasi dışı davranışları olmayan Viktor, pencerenin kenarından göz alabildiğinde uzanan kontluk arazilerimize bakıyordu. 

Kont Kocam Edgar ise ağzında piposu, 1789'un günlük gazetelerinden birini, suratında zerre mimik olmadan okuyordu. 

Gazetelerde ne yazdığını bir kont karısı olarak merak etmiyordum ancak miras konusunda bir değişiklik olacaksa bunu öğrenmek istiyordum. Ancak, bir kont karısı olarak bunu ne Kont Kocam Edgar'a sorabilirdim, ne de bir kont karısının elinin statüsünü düşerecek bir hareket yaparak gazeteyi okuyarak bu bilgiyi elde edebilirdim. Bilgi elde etme yöntemi olarak kullandığım herhangi bir yöntem yoktu ancak Viktor'un pencereden dışarıya bakan yeşil gözlerinden bile benden daha fazla bilgi sahibi olduğunu anlayabiliyordum.

Her ne kadar kont kedisi de olsa, bir kont karısı olarak kendimi Viktor ile kıyasladığım için vicdan azabı çekerek post travmatik stres bozukluğuna bağlı olarak füge girdim.

Kendi geldiğimde Kont Kocam Edgar yine bir konta yakışacak şekilde renkten renge girmekteydi; modern dönemle birlikte ortaya çıkacak yeni ülkelerin bayraklarındaki renkler kadar çoktan seçmeli bir sıfatla, gerginlik içinde Viktor'a bakıyordu.

Bir kont karısına yakışacak ağır hareketlerle pencereden baktığımda, Lancashire'ın herhangi bir aristokrat ailesine ait olmayan, tamamen doğaya ait olan ve bu yüzden arazimize girmesini şiddetle yadırgadığımız bir kedinin pencerenin öte yanında Viktor'a baktığını gördüm.

"Ah, Edgar, hayatım" dedim.

Kont Kocam Edgar gazetesini bir konta yakışacak şekilde katlayıp kenara koyduktan sonra, yadırgayan bakışları ile Viktor'a bakmaya devam etti.

Viktor ise pencereden kendisine gözlerini dikmiş olan bu asil kansız kediye bakmaya devam ediyor, gözünü dahi kırpmıyordu.

"Edgar, hayatım" dedim.

Kont Kocam Edgar hışımla odadan çıktı. Lancashire'ın soylu topraklarında gezen "bu hadsiz kediye derhal haddini bildiriniz" diyerek hizmetlilere seslendiğini duyduğumda durumun ciddiyetini iyice anladım. 

Viktor ise olanları adeta umursamadan, pencerenin öte yanındaki kedi ile bakışmaya devam ediyordu.

"Viktor!" dedim ancak oralı olmadı.

Viktor'un beni ciddiye almayışına tepki olarak psikoza girdim ve elimdeki kanaviçe malzemelerinin tamamı hışımla yere fırlatıp bayıldım.

Kendime geldiğimde yatak odamda, bir kont karısına yakışacak biçimde Kont Kocam Edgar'ın yatak odası ile aramızdaki kapı kilitli, sürgülü, hırsız alarmlı biçimde kapalıydı ve bir kont karısına yakışacak biçimde tek başıma yatıyordum.

Rüyamda, Victor Hugo adlı bir beyin yanında, pencereye gelen kedi ile beraber kırmızı renklere bürünmüş kont kedisi olan Viktor'umuzu gördüm. Daha önce hiç sesini duymadığım Viktor, miyavlayacakmış gibi ağzını açıp, bir anda konuştu:

"Sefiller", diyordu.

İyi Seneler Edgar!

 Güzel yöremiz, güzel kontluğumuz Lancashire yeni yıla hazırdı.


1788'i uğurlarken, heyecanla yeni yıla girmeye hazırlanıyorduk.

Ancak Kont Kocam Edgar'a onlarca kez sorduğum ve onlarca kez cevap alamadığım için Noel'i ne zaman kutlayacağımızı bilmiyordum; biz Katolik miydik, Kalvinist miydik? 

Bu soruyu her sorduğumda Kont Kocam Edgar, aldığı aristokrat eril anlayışa uygun biçimde kızarıp bozararak sülün avına çıkıyor, eve döndüğünde ise daha da kızarmış ve bozarmış bir halde kuzey kanadındaki salonunun şöminesini yaktırdıktan sonra güney kanadındaki kütüphanesine kapanıyor ve saatlerce pipo içiyordu.

Düğünümüz ben fügdeyken olduğu için kıyılan nikahın hangi mezhebe göre olduğunu hatırlamadığımdan, kilise kayıtlarından hangi mezhebe bağlı olduğumuzu öğrenmek için gireceğim bir çabayı da non-aristokrat, non-kont karısı bulduğumdan, günlerimiz benim mezhepsizliğim ve Kont Kocam Edgar'ın dini bütünlüğü içinde geçip gidiyordu.

Bu yüzden Noel'i ne zaman kutlayacağımızı pek anlamadığım halde takvimler 31 Aralık'ı gösterdiğinde ben de her kont karısı gibi yeni yıla girmek için odama kapandım.

Öğle yemeğinden sonra tüm hizmetçiler mutfağa kapandığında, ben odamın kapısını arkadan sürgülemiş, boynuma bağladığım ipek şalın vegan olmayışı nedeniyle psikoza girmiştim.

Yeni yıla girecek her kont karısı gibi, önce vegan ceylan derisi kaplı defterimi açtım ve yeni yıl kararlarımı yazmak üzere vegan kaz tüyü kalemimi vegan mürekkep balığı mürekkebime batırdım:


1789 hedeflerim;

Virginia'yı instagram'dan ekle.

Korseni daralt.

İç etekliğine dört kat daha eklet.

Peruğu pudrala.

Kont Kocam Edgar'ın hal ve davranışlarını gözlemleyerek mezhebinizi öğrenmeye çalış.

Kızıl Meydan'a git.

Briç oynarken psikoza gir.

Attan düşüp ölen eski aşığının mektuplarını çıkarıp arseniğe bula ve yastığının altına koyarak her gece yatmadan onları kokla.

Attan düşüp ölen eski aşığının mezhebini öğren.

Attan düşüp ölen eski aşığının hayaletiyle histeri krizine gir.

Spora yazıl.

Vikontes'in bekar erkek kardeşinin ata binip binmediğini öğren.

Kont Karısı, 1788, Lancashire


Mürekkep bittiğinde, hizmetlilerin yeni yıl için sofrayı hazırlama telaşının sesini duydum. Bir süre sonra da oda hizmetçimin odaya girerek yüzümü yıkamam için bana uzattığı porselen leğen içinde yüzen leylaklar eşliğinde yüzümü yıkadım. 

O sırada yüzüme yapışan leylakların verdiği gerginliğe bir kont karısı olarak daha fazla dayanamadım ve psikoza girdim. 

Psikozdan çıkınca da füge girdim.

Kendime geldiğimde malikanenin güney kanadındaki yemek salonunun şömineleri yanmış, doğu kanadındaki yemek salonundaki yemek masasının bir ucunda oturmaktaydım. Üzerimde henüz icat edilmemiş olan devrimin kırmızısında bir renk elbise, masanın karşı ucunda ise Kont Kocam Edgar vardı. Füg'den çıkar çıkmaz Şekspir üzerine eleştiriler yazan Kont Kocam Edgar'ı yanıp sönen ışıklar içindeki kırmızı bir şapka içinde görünce yeniden psikoza girdim. 

Psikozdan çıktığımda beni psikoza sokan şapkanın, birden fazla mumun hizmetliler tarafından saniyede 10 kere yakılıp söndürülerek "yanar döner" bir hava verilen, ilginç bir tasarım ürünü olduğunu ve Kont Kocam Edgar'ın olan bitenden pek de haberdar olmadığını gördüm.

"Edgar, hayatım!" dedim.

Kafasında yanıp sönen mumların hızından yeniden psikoza ya da krize girmekten korktuğum için gözlerimi masayı aydınlatan tek bir muma odaklamaya çalıştım.

Koca yemek masasındaki tüm mumları Kont Kocam Edgar yeni yıl coşkusu yüzünden
 kafasında yakıp söndürttüğü için, devasa monarşik masamızın ortasında kala kala zavallı bir mum kalmıştı. Mumum üzerindeki "mudo concept"yazısından gözlerimi ayırmamaya çalışarak konuşmaya başladım.

"Edgar, hayatım!" dedim.

Kont Kocam Edgar önünde duran şarap şişesini ağzına dikerek aristokrasinin sınırlarını zorluyor, güneşi batmayan güzel Britanyamız'ın damalarımıza yüklediği mavi kanın rengini bozarcasına kafasında yanıp sönen mumlarla adeta gücü zayıflayan aristokrasinin yakın zamanda nasıl burjuva tarafından yerle bir edileceğinin sinyallerini veriyordu.

Bu öngörü yüzünden de psikoza girdim.

Psikozdan çıktığımda malikanenin boş koridorlarında saat gece yarısını vuruyordu ve Kont Kocam Edgar'ınn kafasının etrafını saran mumlar erimiş, hizmetliler yerdeki mum kalıntılarını kazıyordu. Kont Kocam Edgar ise açtırdığı on altıncı şarap şişesinden ağzının kenarına dökülen şarabı adeta hissetmeden, aristokrat bir ifadeden uzak biçimde bana bakıyordu.

"Edgar, hayatım!" dedim.

Kont Kocam Edgar gözlerini bende sabitlemeye çalışarak bir süre bana baktı.

Her kont karısı gibi gece boyunca ağzımı açmamış, yemeklere ya da içeceklere elimi sürmemiş, hayatım boyunca olduğu gibi Kont Kocam Edgar'a o gece de elimi sürmemiştim. Aristokrasinin omuzlarıma yüklediği sorumluluğun bilinci ile, 1789'a girmiştim.

Ben Virginia'nın ne zaman instagram açacağını düşünürken, masada zayıflamakta olan solgun mum ışığında Kont Kocam Edgar'ın masaya tutunarak yanıma yaklaşmakta olduğunu gördüm.

"Edgar, hayatım!" dedim.

Birkaç dakika sonra sülün avına giderken altına giydiği termal içlik aristokrat gömleğinin kopmuş düğmeleri içinden belirginleşerek yanıma geldi Kont Kocam Edgar. 

Yanımdaki sandalyeye düşercesine oturmak istedi.

"Edgar, hayatım!" dedim.

Yalpalayarak yeniden doğrulmak isterken aramızda aristokratlığımıza zarar verebilecek bir fiziksel temas gerçekleşti. Hemen, bir kont karısına yakışacak biçimde kalktım:

"İyi seneler Edgar!" diyerek sandalyemi geriye ittim.

Aynı anda Kont Kocam Edgar peşimden gelmek için bir adım daha attı ve içtiği yıllanmış şarapların da etkisiyle yere düştü.

Kaç kat olduğunu sayamadığım etekliğimin bir ucuna kafasını vurduğu için bir an yerimde kalakaldım; beni sabitlemek istercesine eteğime elini uzattığında ise her kont karısının yapması gerekeni yaptım ve Kont Kocam Edgar'ın eline hafif bir tekme savurdum.

Kont Kocam Edgar yeni yıl coşkusu ve devrimin getireceği büyük değişimin sancıları içinde 1789'a girerken, Şark halımızın üzeride boylu boyunca yatıyor, gözyaşları ve salyaları halının ince işçiliğine sızıyordu.

Salondan çıkmadan son bir kez dönüp baktım; 1789'da aristokrasinin yiyeceği darbe yeniden bir öngörü olarak gözümde canlandı.

"İyi seneler Edgar" dedim tekrar.

Odama çıkıp yattığımda, Kont Kocam Edgar'ın kontluk arazimiz içinde tivitır'dan kostanza'nın tivitlerini sesli okuyarak fav'ladığını ve ağladığını işittim.

Uykuya daldım.

Çal Edgar!

 Gözlerimi açtığımda güneş Büyük Britanyamızın aristokrat topraklarında doğuyor, mavi kanım damalarımda soylu bir coşkuyla akıyordu. Coşkuyla aktığı için psikoza girdim ve gözlerimi yeniden kapadım.


Gözlerimi tekrar açtığımda güneş, asla güneşin batmayacak olduğu Büyük Britanyamız'da batıyordu. Mavi kanım damarlarımda durgun bir devinim halindeydi ve tüm gün yatakta olmamdan dolayı vücudum vikontesin yaşlı eltisi gibi uyuşmuştu.

Hizmetçimi çağırmak için yatağın başındaki zilin ipine uzandım. Beş dakika sonra hizmetçim gelmiş, porselen yüz yıkama LEĞENimi bana uzatıyordu.

Bir an boş bulunup "yok içmeyeceğim" dedim ama sonra suyun aslında yüzümü yıkamam için uzatıldığını idrak ettim. Kont karısı bünyem, geç saatte uyanmaktan affallamıştı. Ancak kafamda sorular da belirmeye başlamıştı.

Neden kimse ben uyurken bu kont karısı neden uyuyor diye odaya girmemişti?

Neden arşidük sülün avından döndüğünde Kont Kocam Edgar ile odama çıkıp beni görmek için hiçbir girişimde bulunmamıştı? Çünkü herkes bilir ki, soylulukta yatakta yatan bir kadını görmek için kadının yatak odasına girilir ve o ziyaret edilir. Pis pis uyku kokan odanın kokusu, soylu damarlardan akan kanın asalet altında diğer asillerin burnuna gitmez, ancak odadan çıkan herkes üç saat boyunca odadaki yoğuşmuş uyku ve yatak kokusu yüzünden eblehleşir.

Kalkıp kuzey kanadındaki salona indiğimde Kont Kocam Edgar'ın piyano çaldığını duydum.

Ancak güney kanadındaki piyano salonundan geliyordu ses.

Soylu adımlarla güney kanadındaki piyano salonuna doğru yürüdüm.

Kont Kocam Edgar piyanonun başında Cenaze Marşı'nı çalıyordu.

Çalmayı bitirdiğinde arkasından sinsice yaklaştım:

"Edgar, hayatım, ne yapıyorsunuz?"

Sesimi duyup arkasına döndüğünde ne kadar çökmüş olduğunu gördüm.

Yüzünde bir dehşet ve umutsuzluk saklıydı.

Beni görünce bu duygu yerini histerik bir sevince işaret eden bakışlara bıraktı.

"Ama siz, kontes, yaşıyorsunuz!" diyerek ayağa fırlayıp Fransız dantelinden yapılma elbisemin eteklerini öpmeye başladı.

Keşke etek yerine elimi falan öpseydi, diye düşündüm ancak kafamda yeni bir soru oluştuğundan buna tam odaklanamadım:

"Edgar, hayatım, ne demek "siz yaşıyorsunuz?" diye sordum.

"Ah, kontes, hayatım, sizin öldüğünüzü düşündüm" dedi ayağa kalkıp kılıcıyla gözyaşlarını silerken.

Sabah kahvaltıya inmediğimde şaşıran Kont Kocam Edgar ölmüş olduğumu düşünmüş. O yüzden yarın cenazemi kaldırmak için bir organizasyon şirketini aramayı düşünmüş. Tüm bunlar hassas bünyesine ağır geldiğinden de bir Kont olarak kendisini piyanoya ve kılıcının asil parlaklığına gelmiş.

"Fakat hayatım, Edgar, niçin odaya gelip beni kontrol etmeye gelmediniz?" dedim.

"Ah, hayatım, kontes, bir kontesin odasına onun daveti olmadan asla giremem" diyip aristokrat bir hareketle aniden arkasını bana dönüp uzaklara bakmaya başladı.

Ya sen onu külahıma anlat, iki ay önce odamın kapısını zorluyodun beee, diyecektim ancak birden kont karısı olduğumu hatırladım ve Kont Kocam Edgar'ın ne kadar soylu ve aristokrat bir erkek oluşunu takdir ettim. Zira ben de olsam aynısını yapardım; kapıyı tıklatıp içeri girmek Elizabeth döneminde henüz icat edilmediğinden asla odasına girmem, eğer ölse bile kokusu çıkana kadar büyük ihtimalle Kont Kocam Edgar'ın defin işlemleri için girişimde bulunmazdım. Hayır, bir kont karısına asla yakışmaz bu.

"Ah, Edgar, hayatım" dedim ve ellerimi ona doğru uzattım.

Ancak arkası dönük olduğundan ellerimi görmedi. Sadece sesimi duymuştu.

"O zaman, hayatım, kontes, madem yaşıyorsunuz, sizin için bir eser çalmak istiyorum" diyerek aniden aristokrat bir devinimle bana döndü.

Ellerim hala havada olduğundan, Kont Kocam Edgar'ın karşısında aniden ellerimi indirmem hoş kalmayacağından havada kalmış ellerimle ona bakıp, sonra pencereden batmakta olan güneşin son aydınlığına bakıp konuştum:

"Ah, hayatım, çalın Edgar", dedim.

Kılıcının kıçına batmamasına özen göstererek piyanonun başına oturdu.

Çaldığı eser, yine Cenaze Marşı'ydı.

Bir kont karısı olarak havada kalan ellerimle Kont Kocam Edgar'ın ölmemiş oluşum şerefine çaldığı eserin coşkusuyla, Büyük Britanya'nın üzerinde batan güneşi izledim.

Nasılsınız Edgar?

 Kont Kocam Edgar'un uzaktan kuzini Eleanor kontluğumuzu ziyarete geleceği için çok heyecanlıydık.


Çok heyecanlıydık dediğim, Elizabeth dönemine uygun biçimde heyecanlıydık; ben bir kont karısı olarak heyecandan bayılıp psikoza girip 6 gün yatakta buz gibi bir halde yatarak sayıklamıştım; Kont Kocam Edgar ise 6 gün 7 gece at üzerine dağda bayırda gezinmişti.

Eve döndüğünde uzun bir süre oturmakta güçlük çekmesine rağmen Kont Kocam Edgar heyecanını atlatmıştı; onun gelişiyle beraber ben de yatağımdan kalkmış ve manic panic beyaz pudra ile üç kat sıvadığım sıfatımla aşağıdaki salona inmiştim.

Kont Kocam Edgar ben salona indiğimde oturmakta güçlük çektiği için ayakta duruyor, piposundan derin derin tütün çekiyordu. Sırtını kapıya dönmüş, kontluk arazimizin uzun ovalarına bakıyordu pencereden.

"Edgar, hayatım, nasılsınız?" der demez irkildi ve bana döndü.

"Nasılsınız?" diyerek uzun süre ata binmeye bağlı gelişen sıkıntılar yüzünden zorlanarak yürümeye çalıştı.

"Ah, Edgar, hayatım, durun, ben sizin yanınıza geleyim" dedim.

Bir kont karısı olarak Kont Kocam Edgar'a doğru bir kaç adım attım. 

Ellerimizi uzattık, ancak ellerimiz birbirine değmedi. 

"Ah" diyerek ellerimizi indirdik. Bir adım daha atsam Kont Kocam Edgar'ın ellerine dokunabilecektim oysa, ancak matmazelimin bana küçükken öğrettiği gibi bir kont karısı olarak tek seferde en fazla iki adım atabiliyordum. Bir sonraki adım için aradan geçmesi gereken süre 20 dakika kadardı.

Uzun süre birbirimize bakarak durduk.

Bir on dakika kadar sonra konuşmaya başladım.

"Ah, Edgar, hayatım, Eleanor geleceği için o kadar heyecanlıyım ki" dedim.

"Görüyorum. Oldukça sevinmişe benziyorsunuz," dedi.

"Nasıl sevinmem Edgar, siz de biliyorsunuz ki kuzininiz Eleanor'u en son kraliçeye takdim töreninde görmüştüm."

"Evet" dedi Kont Kocam Edgar ve uzun süre ayakta durmaktan ağrıyan belinin acısının yüzüne vurmasını engelleyemedi.

"Ah, Edgar, hayatım, nasılsınız?"

"Bir şeyim yok, bir şeyim yok" dedi ancak pencere kenarına doğru bir adım atmak isterken ani bir sancıyla kalakaldı.

"Ah Edgar, hayatım, hareket etmemelisiniz" dedim.

"Rica ederim, paniğe gerek yok, Françoise'yı çağırır mısınız, beni odama taşısın"

Françoise'ya seslenmesi için orta hizmetçimize seslendim.

Françoise'nın gelmesini beklerken konuşmaya başladım.

"Ah, Edgar, hayatım, o kadar mutluyum ki, Eleanor geldiğinde kendisini evinde gibi hissetmesi için kuzey kanadındaki yatak odasını hazırlattım" dedim.

Ben cümlemi bitirirken Françoise salona girmişti.

Saygıyla eğildi önümüzde.

"Françoise, beni odama çıkar" dedi Kont Kocam Edgar.

"Peki efendim" dedi Françoise ve Kont Kocam Edgar'ı bir çırpıda kucakladı.

Hızlı adımlarla odadan çıkarlarken Kont Kocam Edgar'ın İngiliz olmasına rağmen bir nebze geniş olan omuzları kapıdan geçmedi ve küçük bir dikkatsizlik sonucu Françoise Kont Kocam Edgar'ın kafasını tik ağacından kapı kasasına vurmasına sebep oldu.

"Ah" dedi Kont Kocam Edgar.

"Ah, dedim, NASILSINIZ EDGAR?"

Yere parelel bir konumda, hizmetçisi Françoise'nin kolunun altında kapıdan geçerken tüm ciddiyetiyle başıyla selam verdi Kont Kocam Edgar.

Kont Kocam Edgar yukarı taşınırken ben de odaya dönüp pencerenin yanındaki koltuğa oturdum.

"Ah" dedim

Edgar, Hayatım, Dikkat Edin!

 Kontluk arazimiz içindeki arazilere bakıyor ve Kont Kocam Edgar'ın yıllık gelirinin sabit biçimde sterlin cinsinden ömrümüzün sonuna kadar hiçbir şey yapmasak bile bize geleceğini düşündükçe mutlu oluyor, feodalizmin içimizi ısıtan devalüasyondan etkilenmeyen ekonomisine içimden binlerce kez GRATIAS diyordum.


Arazimize bakarken, doğu kanadındaki odanın şöminesini yaktırdıktan sonra geçtiğim batı kanadındaki salondaydım. Yüksek pencerelerden her kont karısının yapması gerektiği gibi devinimsiz ve mimiksizce saatlerdir dışarıyı izliyordum.

Ne kadar süre kaldım bilmiyorum ancak beş çayı için orta hizmetçilerinden biri orta hizmetçilerinden biriyle kuzey kanadındaki çay salonuna inmem için bana haber gönderdiğinde bacaklarım uyuşmuştu ve elizabeth döneminin muazzam bir örneği olan korsem sırtıma yapışmıştı.

Hiç yakınmadan ve suratımdaki bir kası bile oynatmadan "GELİYORUM" diyip güney kanadındaki odama çıktım. Beş çayı için henüz giyinmemiştim ve üzerimdeki öğleden sonrası için giydiğim, kahvaltı sonrası kıyafetimle çay içilip içilmeyeceğini bilmiyordum.

Her kont karısı gibi Londra'daki terzime diktirdiğim kıyafetlerden birini seçmek için hizmetçilerden biriyle hizmetçilerden birini çağırdım.

Kıyafetimi seçtikten ve kuzey kanadındaki beş çayının feodal kont karısı imajını pekiştirmeye pek uygun düşecek biçimde sade bir şapkayı kafama oturttuktan sonra giyinmeme yardım etmesi için hizmetçilerden biriyle hizmetçilerden ikisine haber gönderdim.

Kont Kocam Edgar, kuzey kanadındaki çay salonuna indiğimde çaya henüz gelmemişti. Her kont karısı gibi kocamın nerede olduğunu merak etmemek üzere eğittiğim güdülerimin bana karşı çıkarak "CONSUMPTUS UBI QUAESO EST?" diyerek her kont karısının iç sesinin olması gerektiği gibi Latince olarak zihnimi dolduruyordu. 

Kuzey kanadındaki çay odası kuzeyde olduğu için buz gibiydi ve çay içerken şeker ve süt kullanan bir kont karısı olarak daha da sıcak ve daha da karaciğer düşmanı olmak için şöminelerin yakılması talimatını hızlıca verdim.

Çay servisi başladığı sırada Kont Kocam Edgar'ın hala nerede olduğunu merak ediyor, ancak bu proleter ve kont karısına uygun düşmeyecek düşünce ve merak konusunu zihnimden atmak için de bir o kadar çaba harcıyordum.

Bu yüzden çayımı içerken şömineye doğru dönüp, oturduğum tekli koltuğun üzerinden çay salonunun kasvetli duvarlarına ve içeriye kuzeyden nasıl fırsat bulup da sızdığını anlamadığım solgun güneş ışığına bakarak attan düşen eski aşığımı düşünmeye başladım.

Kont Kocam Edgar'ın nerede olduğunu düşünmek ve merak etmek bir kont karısı olarak benim için yadırganası bir durumken eski aşığımı düşünerek çay içmek, yeteri kadar melankoli ve hüzün yaratacak bir durum olduğundan, belki akşam baygınlık geçirip soluk bir tenle yatağımda titreyerek kabuslar görerek yatmama vesile olur diye bu konuya dört elle sarıldım. Oldukça feodal ve monarşik bir düşünceydi.

Çayımı tazelemesi için hizmetlinin yeniden servis etmesini beklerken artık eski aşığımın hayaleti aşırı odaklanmam sonucunda çay salonunda, pencereden giren güneş ışığının içinde belirivermişti.

İlk gavot dansımızdan bir sahneyi canlandırıyordu adeta eski aşığımın hayaleti.

Aynı soluk ten ve geniş omuzlar, bukleleri benim saçımdan daha havalı olan monarşik saçları ve divarese'den alınmış gibi duran feodal erkek çizmelerinin altına giydiği diz üstü lise tarzı beyaz çorabının içine bastığı dar pantolonu ile onu ilk gördüğüm, gavot dansına kalkarken bana yaklaştığı haliyleydi. 

Pencereden giren hüzmenin içinde tek başına gavot dansı yapıyor, ben de çayıma fazla şeker koyduğum için karaciğerimden fazlaca salgılanan acaba nedir de bunu görüyorum, diyerek adeta aydınlanma çağı'na girmiş gibi, akılcı ve bilimsel bir sebep arıyordum.

Bir süre sonra soya sütü ve şekerli çayın ağırlığına yenilip kafam omzuma düşerken bile attan düşüp ölen eski aşığımın takılmış mpeg dosyası gibi hüzmenin içinde tek başına gavot dansı etmeye devam ediyordu.

Kont Kocam Edgar çay salonuna girdiğinde aniden uyandım.

Aniden uyandığım için psikoza girmek istedim ama içtiğim soya sütlü çayın ağırlığından pek halim kalmamıştı.

Hüzmenin içinden geçerek şöminenin karşısındaki diğer koltuğa oturmak için harekete geçen Kont Kocam Edgar'a yalnız bir cümle edebilmiştim; halsiz ve sebepsiz yorgunluk pençesinde çelimsiz kalan her kont karısı gibi elimi güçlükle kaldırıp kolumu ona doğru uzatmıştım:

"Edgar, hayatım, dikkat edin!" diyebilmiştim.

Uyku sersemliğini üzerimden atamadığım için hem hala hüzme içinde gavot dansı figürlerini tek başına yapmaya devam eden attan düşüp ölen eski aşığımın hayaletinin, hem de hayalet tarafından yapılıyor da olsa gavot dansının tam ortasından geçerek dansı ve hayaleti ikiye bölmüştü Kont Kocam Edgar. Ancak ben aniden konuştuğum için olduğu yerde kalakalmıştı.

Karşımda attan düşen eski aşığımın belden altı ve belden üstü pencereden sızan ışık hüzmesinin içinde ayrı ayrı gavot dansı yapıyor, ortalarında ise onları ayıran Kont Kocam Edgar duruyordu.

Saçmalama Edgar!

 Bir hafta sonunu daha Kont Kocam Edgar ile beraber kontluğumuz sınırları dışına çıkmadan geçirmiştik.


Pazar sabahı, tıpkı cumartesi sabahı gibiydi.

Sabah uyandığımı anlatmak için yatağımın başucundaki zili çaldığımda saat 6'yı geçiyordu. Kont Kocam Edgar'ın odasından ise henüz zil sesini duymadığımdan emindim.
Demek ki hala uyuyordu. 

Cumartesi gecesi, bir önceki yazıda okuyacağınız üzere, Kont Kocam Edgar zor bir gün geçirmişti. Kontluk arazimizde yaptığımız yürüyüş ve sonrasında suratındaki ifade avam kamarasında iki dönem kuralına takılmış birey suratı gibiydi. İç çekiyor, uzaklara bakıyor ve gözlerinden akan yaşları sessizce Elizabeth döneminin tüm özelliklerini yansıtan koltuklarımıza damlatıyordu. 

Hizmetçim odaya gelip pazar sabahı kahvaltıya inen kont karısı kıyafetlerimi hazırlarken, ben de yatağın içinde her kont karısının yapması gerektiği gibi öylece duruyor, bozulmamış saçlarımdan yükselen pudranın kokusunu içime çekiyor, hizmetçi porselen leğenimi getirse de sürekli aynı suyu yüzüme vurarak bir an önce kont karısı olarak yüzümü yıkasam diye bekliyordum.

Giyinip odadan çıktığımda saat 10 olmuştu. Her kont karısı gibi, hazırlanma merasimim süresince feodalliğimizi pekiştirecek ağırlıkta ve mızmızlıkta geçmişti.
Çünkü, benim kocam kont.

Kahvaltıya indiğimde, kızarmış böbreğin kokusu ve Etiyopya'lı köleler sayesinde nezih Britanya'ya ulaşan kahvenin kokusu malikanenin doğu kanadındaki kahvaltı salonun karşısındaki batı kanadındaki kahvaltı salonuna dek ulaşıyordu.

Ancak Kont Kocam Edgar ortalarda yoktu.

Kont karısı olduğum için kont kocamın neden kahvaltıya inmediğini öğrenmem mümkün değildi. Odasına gidip bakamaz, mavi kan taşımayan hizmetlilerimize "Kont Kocam Edgar nerede?" diye soramazdım.

Masaya geçip yerime oturduğumda, masada beni bekleyen soya sütü ve kızarmış ekmeğe baktım.

Kont karısı olduğum için, kahvaltıdaki hiçbir şeyi yemeyip kahvaltı masasından feodal usule uygun biçimde kalktığımda saat 12'yi geçiyordu.

Sessizlikle geçen 6 buçuk saat boyunca kont karısı olmaktan başka bir şey yapmasam da, İngiltere'nin sisle dolmuş arazilerinde dağılmakta olan sise baktım. Baktım bakılacak gibi, bir kont karısı olarak, kontluğumuz arazilerine uzun uzun bakacak biçimde kuzey kanadında hiç güneş almayan odaların tamamının şöminesini yaktırıp, güney kanadındaki kütüphanelerden birine geçtim.

Sisi izleyecek ve kucağımda açtığım Dante'nin Kanyon D&R 'da adıma tüy ve hokka ile imzaladığı İlahi Komedya'nın ilk vegan ciltli baskısı ile her kont karısının yapması gerektiği gibi, devinimsiz duracaktım.

Kont Kocam Edgar'ın nerede olduğunu, neden kahvaltıya inmediğini merak ediyor, merak ettikçe daha da merak ediyor,  acaba kontluğun arazisinden otoban mı geçecek endişesi ile içimden sürekli "in te, domine, speravi" diyerek, Tanrı'nın güzel İngilteremiz'den elini çekmemesi ve feodalitenin sonsuza dek sürmesi için dua ediyordum.

İlahi Komedya kont karısı olduğum için kollarıma ağır gelmişti, kitabı kütüphanenin raflarından alıp pencere kenarındaki MAUN okuma masasının yanındaki koltuğa gidene kadar kan değerlerim düşmüş, yüzümün rengi atmıştı.

Oturup biraz soluklandım. Yüzyılları bir an karıştırmış olmalıyım ki zihnimden "enfiyem nerde" sorusu geçiyordu.

Çabucak kendime geldim. Enfiye değil, ancak yanında durduğum maun masanın gizli gözlerinden birinde gold virginia hipster tütünü olduğunu hatırladım. Kontluğa staja gelen yeni vikont ve vikontesler staj boyunca sigara fazla pahalı diye tütün sardıklarından, kontluk arazisinde yer yer unuttukları tütünleri alıyor ve buradaki gizli bölmede saklıyordum.

Sakinleşip koltuktan kalkmam saat 2'yi bulmuştu. Bir kont karısına yakışacak biçimde ağır hareket etme kuralına uyarak, uyandığımdan beri tam 8 saatlik devinimsizliğim içinde Kont Kocam Edgar'ı gurulandıracak bir eş olmuştum yine.

Gold virginia hipster stajer tütününü alıp, bir kont karısının neden bildiği konusuna başka yazıda gireceğim sebepler yüzünden ustaca sardım.

Tütün kuru ve sertti.

Tütünü lime crime rujumun izi çıkacak şekilde dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde fark ettiğim acı gerçek ile aniden psikoza girmem gerekti.

Çakmak yoktu.

En yakın ısı ve sıcaklık kaynağı, yani ateş, şömineyi yaktırmadan içinde bulunduğum kütüphanenin şöminesini tutuşturmak için gereken yakıttı.

Ancak bir kont karısı olarak ateşli ve patlayıcı maddelere dokunmuyor, dokunanları uyarıyordum.

Kont Kocam Edgar'ın yüzünü kızartmayacak, aldığım Elizabeth dönemi adabına uygun biçimde çakmak olmadığı ve Kont Kocam Edgar'ın nerede olduğunu bilmeden odadan odaya savrularak ağır bir kitabın bünyemde derin bir hasar bıraktığı saatler yüzünden, her kont karısının yapması gerekeni yaptım.

Psikoza girdim.

Psikozdan çıktığımda, burnuma tütünün yanık kokusu geliyordu.

Psikoza girerken kont karısı olduğum için gözlerimi de kapıyordum. Bu yüzden Kont Kocam Edgar'ın iyice kendini kaybetmiş biçimde, kot tişört ve redingot giymiş biçimde karşımda durduğunu görmek bir anlığına beni yeniden psikoza sokacak denli ağır bir şoktu.

Ancak Kont Kocam Edgar'ın suratındaki ifade ve o ifadenin burnumun ucunda olması beni dehşete düşürdü.

Kont Kocam Edgar ağzında bir sigara, kendisini dengede tutmaya çalışarak yanmayan sigaramı yakmaya çalışıyordu. Sigara ise lime crime'ın mükemmel kalıcı ruju sayesinde dudaklarıma yapışmıştı ve Kont Kocam Edgar'ın ilk yanlış hareketinde içtiği sigaranın yüzüme değip feodal beyaz tenimi yakması riskiyle karşı karşıyaydım.

Koskoca kont, lisans birinci sınıf nedjima metalcisi gibi sigaradan sigara yakmaya çalışıyordu.

"Saçmalama Edgar!" diyebildim.

Kelimeler ağzımdan döküldü, ancak yanmayan sigara ağzımdan düşmedi.

Kont Kocam Edgar'ın sigarasını ise suratını birden işgal eden gözyaşları söndürdü.

Sigarayı ağzımdan sökme çabasına bir kont karısı olarak giremeyeceğimden, oturduğum koltukta biraz dikleştim ve akşam güneşinin kontluk arazimize nasıl yansıdığına baktım; ağzımda yapışık kalmış sigara ile konuşmaya başladım.

"Edgar, hayatım, ne kadar güzel bir gün değil mi?"

Kont Kocam Edgar koşarak odadan çıktı.

Kontluk arazimizde güneş batıyordu.

Ancak Büyük Britanyamız'da güneş asla batmayacaktı.

Salyan Akıyor Edgar

 Cumartesi günümüz sonuna yaklaşıyordu. Sabahki yürüyüşümüz sonunda Kont Kocam Edgar eve dönmüş ve sıcak bir bardak çay içmişti. Gözlerinden yaşlar usulca akarken, burnundan damlayan bir damla sümüğü görmemek adına, her kont karısına yakışır gibi başımı çevirmiş ve pastoral şiir överek ağlamasını ve ızdırabını görmezden gelmiştim.


Beş çayından sonra ben biraz kanaviçe işlemek için doğu kanadındaki salonun şöminesini yaktırıp, biraz serin olsun diye batı kanadındaki salonda kanaviçe işlemeye gitmiştim.  Şömine doğu kanadındaki salonu sıcacık yapmış olacak ki, kesik kuyruklu aristokrat cinsi Kontluk Kedimiz Viktor, doğu kanadındaki salonda Fin hamamına girmiş sermayedar havası ile uyukluyor, horluyordu.

Batı kanadındaki salonda kanaviçeyi elime alıp, omuzlarıma örttüğüm şal ile işlemeye başladım. Çünkü doğu kanadındaki salonun şöminesini yaktırıp, şöminesini yaktırmadığım salona gelmiştim. Çünkü fazla sıcak olan doğu kanadındaki salonda bir kont karısına yakışır biçimde omuzlarıma bir şal almadan kanaviçe işlemem mümkün değildi. Bir kont karısının üzerine post gibi serili bir şal olması, feodalite içindeki kadının konumunu sürekli üşüyen ve hastalanma riski olan zavallı ve yumuşak başlı, narin havasının bir pekiştireciydi. Henüz feminizm icat edilmediğinden, feodalitenin içinde bir kont karısı olarak yaşamaktan başka bir vasfım olmadığından, şalı örttüm.

İşlemekte olduğum desen, Kont Kocam Edgar'ın Cambridge'deki eğitimi sırasında yaz şenliklerinde dinleyip, bir süre roadie'liğini yaptığı bir sanat oluşumunun adıydı. Henüz patch icat edilmediğinden Sarcofago adını kanaviçeye işliyordum. Mütevazi ve sakin gençlerin oluşturduğu bu grup ise zaman içinde dağılmış, Güney Amerika'da puro ve Etiyopya'da kahve işine giren sermayedarlara dönüşmüştü grup elemanları.

Güneş batmak üzereydi ve odaya giren ışık miktarı gittikçe azalıyordu. 

İçtiğim çaydaki sütün yağ oranının bir kont karısı için fazla olması yüzünden, sanırım, bir an uyku bastırdı. "Sarcofa" yazısını tamamlayamadan uyuyakalmışım.

Rüyamda, yağmurlu bir İngiltere gününde, pastoral şiirleri besleyecek kadar muazzam bir tablo çizen kontluk arazimiz sınırlarında dolaşıyordum. Dikkat ederseniz, dolaşıyorum. Koşmuyorum. Kont karısıyım, koşmam. Koşmak, bir kont karısının endokrin sistemini uyarma ve fazla hormon salgılama yolunda kontluğa ve kont karılığına leke düşürecek bir davranıştır. Bu yüzden kırlarda adeta mitokondrilerim alınmış gibi, uyuşukça hareket ediyor, yüzümdeki saf mutluluğu yere düşen damlaların yolunu yüzümel keserek hissediyordum.

Yağmur bir süre sonra hızlanmaya başladı. Yüzümü yalayan damlaların gittikçe ısındığını fark ettim. İngiltere kırlarına sıcak damlaların düşmesi, nükleer bir felaket sonrasında yağan asit yağmurlarının bir belirtisi miydi acaba, diye düşündüm.

Her ne oluyorsa oluyordu, hala kontlukta, hala kont karısıydım. Dünyada kıyamet kopsa bile Elizabeth döneminden kalma çay takımlarımla beş çayı içer, Fransız keteninden özenle dikilmiş yatak çarşaflarının içinde sabah uyanıp yüzümü yine Fransız porseleninden LEĞENDE yıkardım.

Damlalar yüzüme sıcak sıcak düşüyordu. Asit bile yağsa, cennet vatanım Britanya'da cenneti yaşamaya devam edeceğim, dedim coşkuyla.

İçimden dedim. Çoşkuyla.

Damlalar yüzüme hızla düşüyordu, kırda bir başıma duruyordum. Birden kafamı kaldırıp göğe baktım.

Akıl almaz biçimde, gökte gördüğüm şey, ne bulutlar, ne de uçsuz bucaksız göktü.

Göğe gördüğümde gördüğüm, bir çift gözdü. 

Kont Kocam Edgar'ın gözüydü.

Her kont karısı gibi anadilim olan İngilizce yerine Latince'yi kullanarak dehşet içinde bağırdım rüyamda; " DOMİNE Mİ!"

Birden gökyüzü değişti, kırlar değişti, gökyüzü Kont Kocam Edgar'ın yüzüne, rüyamda beni çepeçevre saran kır manzarası ise Kont Kocam Edgar'ın sabah yürüyüşte giydiği Harvey Nichols'tan 9 takistli çekle aldığı tişörte dönüştü.

Rüyamdan aniden uyandım, bir kont karısına yakışır biçimde kısa süreli psikoza girdim. Ancak, kendimi hemen toparladım.

Şal omuzlarımdan düşmüş, oda batan güneşin son anlarına tanık olacak biçimde loşluğun esiri olmuş, elimdeki kanaviçe ise koltuğun kenarına düşmüştü.

Kont Kocam Edgar üzerime doğru eğilmişti. 

Yaşlı gözlerinden damlayan bir kaç yaş yüzünü kaplamıştı.

Ancak yüzüme düşen damlalar onlar değildi.

Oturduğum yerde dikleşmeye çalıştım, ancak Kont Kocam Edgar kıpırdamaya niyeti yokmuşçasına, üzerime doğru eğilmiş duruyordu

Aldığım eğitim ve kont karısı olmamın gereğince sesimi toparlayıp, psikozdan çıktım. Şalıma doğru elimi uzatmaya çalışırken, Kont Kocam Edgar'a bir anlığına bakıp, yüzüme damlamakta olan devasa kütleye bakarak konuştum:

"Salyan akıyor Edgar!"

Kont Kocam Edgar Sınıf Bilinci

"Vikontesin eltisine ne demeli peki? Sınıf bilinci için diktirdiği o korse de neydi öyle! Aman Tanrım, uzun zamandır gördüğüm en sıkı k...