Cumartesi günümüz sonuna yaklaşıyordu. Sabahki yürüyüşümüz sonunda Kont Kocam Edgar eve dönmüş ve sıcak bir bardak çay içmişti. Gözlerinden yaşlar usulca akarken, burnundan damlayan bir damla sümüğü görmemek adına, her kont karısına yakışır gibi başımı çevirmiş ve pastoral şiir överek ağlamasını ve ızdırabını görmezden gelmiştim.
Beş çayından sonra ben biraz kanaviçe işlemek için doğu kanadındaki salonun şöminesini yaktırıp, biraz serin olsun diye batı kanadındaki salonda kanaviçe işlemeye gitmiştim. Şömine doğu kanadındaki salonu sıcacık yapmış olacak ki, kesik kuyruklu aristokrat cinsi Kontluk Kedimiz Viktor, doğu kanadındaki salonda Fin hamamına girmiş sermayedar havası ile uyukluyor, horluyordu.
Batı kanadındaki salonda kanaviçeyi elime alıp, omuzlarıma örttüğüm şal ile işlemeye başladım. Çünkü doğu kanadındaki salonun şöminesini yaktırıp, şöminesini yaktırmadığım salona gelmiştim. Çünkü fazla sıcak olan doğu kanadındaki salonda bir kont karısına yakışır biçimde omuzlarıma bir şal almadan kanaviçe işlemem mümkün değildi. Bir kont karısının üzerine post gibi serili bir şal olması, feodalite içindeki kadının konumunu sürekli üşüyen ve hastalanma riski olan zavallı ve yumuşak başlı, narin havasının bir pekiştireciydi. Henüz feminizm icat edilmediğinden, feodalitenin içinde bir kont karısı olarak yaşamaktan başka bir vasfım olmadığından, şalı örttüm.
İşlemekte olduğum desen, Kont Kocam Edgar'ın Cambridge'deki eğitimi sırasında yaz şenliklerinde dinleyip, bir süre roadie'liğini yaptığı bir sanat oluşumunun adıydı. Henüz patch icat edilmediğinden Sarcofago adını kanaviçeye işliyordum. Mütevazi ve sakin gençlerin oluşturduğu bu grup ise zaman içinde dağılmış, Güney Amerika'da puro ve Etiyopya'da kahve işine giren sermayedarlara dönüşmüştü grup elemanları.
Güneş batmak üzereydi ve odaya giren ışık miktarı gittikçe azalıyordu.
İçtiğim çaydaki sütün yağ oranının bir kont karısı için fazla olması yüzünden, sanırım, bir an uyku bastırdı. "Sarcofa" yazısını tamamlayamadan uyuyakalmışım.
Rüyamda, yağmurlu bir İngiltere gününde, pastoral şiirleri besleyecek kadar muazzam bir tablo çizen kontluk arazimiz sınırlarında dolaşıyordum. Dikkat ederseniz, dolaşıyorum. Koşmuyorum. Kont karısıyım, koşmam. Koşmak, bir kont karısının endokrin sistemini uyarma ve fazla hormon salgılama yolunda kontluğa ve kont karılığına leke düşürecek bir davranıştır. Bu yüzden kırlarda adeta mitokondrilerim alınmış gibi, uyuşukça hareket ediyor, yüzümdeki saf mutluluğu yere düşen damlaların yolunu yüzümel keserek hissediyordum.
Yağmur bir süre sonra hızlanmaya başladı. Yüzümü yalayan damlaların gittikçe ısındığını fark ettim. İngiltere kırlarına sıcak damlaların düşmesi, nükleer bir felaket sonrasında yağan asit yağmurlarının bir belirtisi miydi acaba, diye düşündüm.
Her ne oluyorsa oluyordu, hala kontlukta, hala kont karısıydım. Dünyada kıyamet kopsa bile Elizabeth döneminden kalma çay takımlarımla beş çayı içer, Fransız keteninden özenle dikilmiş yatak çarşaflarının içinde sabah uyanıp yüzümü yine Fransız porseleninden LEĞENDE yıkardım.
Damlalar yüzüme sıcak sıcak düşüyordu. Asit bile yağsa, cennet vatanım Britanya'da cenneti yaşamaya devam edeceğim, dedim coşkuyla.
İçimden dedim. Çoşkuyla.
Damlalar yüzüme hızla düşüyordu, kırda bir başıma duruyordum. Birden kafamı kaldırıp göğe baktım.
Akıl almaz biçimde, gökte gördüğüm şey, ne bulutlar, ne de uçsuz bucaksız göktü.
Göğe gördüğümde gördüğüm, bir çift gözdü.
Kont Kocam Edgar'ın gözüydü.
Her kont karısı gibi anadilim olan İngilizce yerine Latince'yi kullanarak dehşet içinde bağırdım rüyamda; " DOMİNE Mİ!"
Birden gökyüzü değişti, kırlar değişti, gökyüzü Kont Kocam Edgar'ın yüzüne, rüyamda beni çepeçevre saran kır manzarası ise Kont Kocam Edgar'ın sabah yürüyüşte giydiği Harvey Nichols'tan 9 takistli çekle aldığı tişörte dönüştü.
Rüyamdan aniden uyandım, bir kont karısına yakışır biçimde kısa süreli psikoza girdim. Ancak, kendimi hemen toparladım.
Şal omuzlarımdan düşmüş, oda batan güneşin son anlarına tanık olacak biçimde loşluğun esiri olmuş, elimdeki kanaviçe ise koltuğun kenarına düşmüştü.
Kont Kocam Edgar üzerime doğru eğilmişti.
Yaşlı gözlerinden damlayan bir kaç yaş yüzünü kaplamıştı.
Ancak yüzüme düşen damlalar onlar değildi.
Oturduğum yerde dikleşmeye çalıştım, ancak Kont Kocam Edgar kıpırdamaya niyeti yokmuşçasına, üzerime doğru eğilmiş duruyordu
Aldığım eğitim ve kont karısı olmamın gereğince sesimi toparlayıp, psikozdan çıktım. Şalıma doğru elimi uzatmaya çalışırken, Kont Kocam Edgar'a bir anlığına bakıp, yüzüme damlamakta olan devasa kütleye bakarak konuştum:
"Salyan akıyor Edgar!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder